30 Mart 2012 Cuma

Adalet Diyarı

İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet bütün mahkumleri serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.

Durum Fatih'e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih'e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti:

— Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz.

    Fatih'in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa'da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:

Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş.

Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:

— Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş.

Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.

Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik'e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar:

Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister;

— Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der.

Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:

— Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar.

Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir.

Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul'a Hazreti Fatih'in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler:

— Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler.

24 Mart 2012 Cumartesi

Piknik Zamanı...

Uzun bir kışın ardından sımsıcak bir sabaha uyandı Öykü... Yine erken kalkmıştı. Güneşi gökyüzünde parıl parıl parladığını görünce hemen balkona çıktı. Hava hiç üşütmüyordu. Öykü havaların ısınmasına çok sevindi. Neşeyle annesinin yanına koştu. “Anne güneş çok güzel ve havada sıcacık.” Dedi. Annesi; “Evet bitanem bahar geldi. Artık günler daha uzun ve sıcak olacak. Bu güzel günü değerlendirmeye ne dersin?” Öykü şaşırdı. “Ne yapıcaz anne?”

20 Mart 2012 Salı

Biz Gidelim

By Emre GÜLER
3 yaşında yeni kardeşi olmuş bir kız çocuğu eve gelen bebeği önce öper biraz sever. Zaman zaman bebeğin odasına gelip gider birkaç gün geçince artık dayanamaz ve anneannesine kucağına gider;

- Hadi anane biz gidelim bunun gideceği yok :( der..

19 Mart 2012 Pazartesi

Biberon Temizliği



Biberon bebeklerin vazgeçilmezlerinden biridir… Anne sütü alsalar bile ıhlamur, elma suyu gibi ek gıdalar için biberona ihtiyaç duyarlar. Tabii birde sadece biberonla beslenen bebekler var. Biberon temizliği çok önemli bu yüzden hijyenik bir biberon için kullanılabilecek yöntemlerden bahsetmek istiyorum. Sağlık vakfının detaylı bir yazısını sizlerle paylaşıyorum. Umarım yararlı olur..

13 Mart 2012 Salı

Kitap Okuma Saati

Öykü elinde kitap paytak paytak koşarak geliyor. "Anne aççi.." Tam telaffuzunu harflerle ifade edemesemde bu Onun dilinde "aç" anlamına geliyor. Açıyoruz kitabı ve başlıyoruz okumaya.. Tam ilk cümleyi okurken Öykü sayfayı çeviriyor. Parmağımı tutuyor resimleri gösteriyor bende onların ne olduğunu söylüyorum. Öykü daha çok küçük. Hikayeyi takip edemiyor ancak resimlere bakıp parmağımı üstüne koyduğu şeyi tanıtmamı istiyor. Her defasında hızlıca sayıyorum. Zürafa, zebra, antilop, dere, ağaç, güneş... Bugünlerde Öykü Nesil Yayınlarından çıkan "Yardım etmezsem boyum uzamaz" kitabını okuyor :) Kitap kalın kartona basıldığı için yırtılmıyor kolay kolay yıpranmıyor. Bu açıdan  kitap küçük  yaştaki çocuklar için de ideal. Hikayesi de çok güzel.. Akıcı bir dili var. Meraklı Uğur serisinin 5.incisi "Yardımseverlik" konusunu işliyor.  Öykü bugünlerde elinden düşürmüyor sizin miniklere de tavsiye ederim.




Anneler babalar çocuklarımıza kitaplarını okuduk peki kendimize zaman ayırmayacak mıyız? Elbette ayırmalıyız.. Bizimde hem günün stresini atmak hem de düşünce ufkumuzu geliştirmemiz için kitap okumamız gerekiyor. Zira zaman hızla geçiyor. Çocuklarımız bilgi çağının içinde büyüyor. Onların öğrenme hızına yetişmek için çok çalışmamız lazım :) Bizimde onlara doğru yolu gösterip iyi nesiller yetiştirebilmemiz için kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Çok okumalı çok araştırmalıyız. Malumunuz Nisan ayı Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in doğduğu ay. Nisan ayının yaklaşmasıyla birlikte Peygamber Sevgisi üzerine düşünmeye başladım. İnsanlığın iftihar tablosunu ne kadar tanıyorum? Çocuğuma nasıl anlatabilirim? O'nun hayatıyla ilgili ne biliyorum. Bu yüzden Mart ayından itibaren başlayıp Onu (s.a.s) iyice tanımaya gayret etmeye karar verdim. Peygamber Efendimiz için yazılmış çok sayıda birbirinden değerli eser var. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle  Nil Yayınlarından çıkan Fethullah Gülen'in kaleminden "Sonsuz Nur" eserini okumaya başladım.  Bu güzel eseri sizlerlede paylaşmak istedim.  Çok akıcı bir kitap. Anlatımdaki incelikle adeta o devre yolculuk yapıyorsunuz.. Okumanızı acizane tavsiye ederim.

12 Mart 2012 Pazartesi

Rüzgar ile Güneş

Bugün size Ezop Masallarından birini anlatıyorum.. Bir varmış bir yokmuş birgün güneş ve rüzgâr kimin daha güçlü olduğunu tartışıyorlarmış.
Rüzgâr;
"-Ben daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım. Şu karşıdaki paltolu yaşlı adamı görüyor musun ? Paltosunu senden daha hızlı çıkaracağıma bahse girerim." demiş. Güneş bir bulutun arkasına çekilmiş ve rüzgâr kasırga şiddetinde esmeye başlamış. O kuvvetle estikçe ihtiyar adam paltosuna daha sıkı sarılıyormuş.Sonunda rüzgâr pes edip durmuş. Güneş bulutların arkasından çıkıp yaşlı adama nazikçe gülümsemiş. Çok geçmeden adam alnındaki teri silip paltosunu çıkarmış.
Sonra Güneş, rüzgâra dönmüş nazik ve dostça davranışın, şiddet ve güç gösterisinden daha etkili olduğunu söylemiş.

8 Mart 2012 Perşembe

Çocuklarda Ayakkabı Seçimi

Minik patikler, avuç içi kadar ayakkabılar daha bebekler doğmadan alınır. Bu tatlı ayakkabılara bakılıp minicik ayaklar hayal edilir. Ancak bebekler doğup ilk adımlarını atmaya başlayınca anne babayı bir telaş sarar. Acaba nasıl bir ayakkabı almalıyım? Hangisi ayak sağlığına daha uygun? Bende aynı duyguları yaşadığım için bu konuda biraz araştırma yapmıştım.

7 Mart 2012 Çarşamba

Hadi Parka....

Bugün hava çok güzel.. Çocukların kemiklerinin güçlenmesi için D vitamini alması gerekiyor. En iyi vitamini ise güneş ışığı... Anneler babalar eğer müsaitsenizse hemen giydirin minikleri ve parkın yolunu tutun.. Çalışan anneler üzülmeyin sizde çocuk bakımında size yardımcı olan kişiye rica edebilirsiniz.  Evinizin yakınındaki bir parka gidebilirler. Çocuklar hem güneş ışığı alsınlar hem de oynayıp zihinsel ve fiziksel olarak gelişsinler... Üstleri başları kirlenir diye tedirgin olmayın bırakın toprağa dokunsunlar. Çiçekleri koklasınlar karıncaları takip etsinler... Onların  kirli yüzlerindeki tebessüm paha biçilemez öyle değil mi?

2 Mart 2012 Cuma

Kar Taneleri

Öykü her sabah olduğu gibi yine erkenden uyandı ve pencereye koştu. Kuşları seyretmeyi çok seviyordu. O sabahta yine kuşları görmek için perdeyi açtığında gözlerine inanamadı. Her yer bembeyazdı. Annesinin yanına bağırarak koştu: " Anne anne her yer bembeyaz olmuş." Anneside; " Evet bitanem kar yağıyor. Kış gelince kar yağar. Allah her mevsimi özel yaratmıştır. Her mevsimin kendine ait özellikleri vardır. Kışında kar yağar böylece hava temizlenir. Toprak biraz dinlenir ve beslenir."
Öykü annesinden izin alıp sokağa çıktı. Arkadaşlarıda kalın kıyafetlerini giyinip sokağa çıkmışlardı. Kar topu oynadılar. Kardan adam yaptılar. Biraz yorulunca daha kolay bir oyun oynamaya karar verdiler. Aralarından birini seçip montuna düşen kar tanelerini saymaca.. Furkan "Benim üstümde sayın" diye gönüllü olunca hep beraber onun etrafına toplandılar. Düşen kar tanelerini tek tek saymaya başladılar. 1-2-3-4... derken Öykü'nün dikkatini birşey çekti. "Arkadaşlar bakın her kar tanesi birbirinden farklı şekilde yağıyor." Hep birlikte kar tanelerine dikkat kesildiler. Hakikaten her biri birbirinden farklıydı. Yorulup eve gittiklerine Öykü kapıdan girer girmez heyecanla; "Anne biliyor musun kar tanelerinin şekilleri birbirinden farklı."
Annesi de; "Evet yavrum kar tanelerinin hepsi birbirinden farklıdır. Şöyle düşün karşıdan gelen iki insan var ama çok uzaktan geliyorlar. Onların geldiğini görürsün ancak yüzlerindeki ayrıntıyı seçemezsin. İkisi birdir. Oysaki sana yaklaştıkça birbirinden farklı özelliklerinin olduğunu görürsün. Göz yerleri, yüz hatları, saçları hep birbirinden farklıdır. Cenab-ı Allah her birimizi farklı görünüşlerde yarattığı gibi kar tanelerine kendilere has şekiller vermiştir." Öykü tekrar cama koştu ve yağmaya devam eden kar tanelerini seyretti. Babası gelince koşarak bugün yaşadıkları ve annesinin söylediklerini onada anlattı.  

1 Mart 2012 Perşembe

Beni Neden Unuttunuz?

Öykü'nün 4 yaşındaki bir kız arkadaşı bir gün bir alışveriş merkezindeki oyun parkında oynarken  bir çocuk kanalı çekim yapmaktadır. Tabii bu kendi kendine oynayan sevimli yavrucağı da çekerler.  Derken bir gün evde babasıyla oynarken birden televizyonda kendini görür ve ağlamaya başlar. Neden mi? 
" Beni neden parkta unuttunuz?"  diye:))


Ne kadar tatlılar... Çocuklar hayatımızın rengi...